Ana içeriğe atla

Nitelikli

BİZ BU ÜLKEDE ÇOK ŞEY ÖĞRENDİK

Bu blogu açarken kendi kendime çerçeveler çizdim. Mesela diyet önerileri içermeyecekti ya da yazılar asla Kanada günlüğü gibi olmayacaktı. Ancak insanın yaşamı, yeme alışkanlıkları ve hatta hastalıkları bile yaşadığı yere göre şekillenince ister istemez arada kaçamak olabiliyor. Bu kaçamak kaçınılmazdı zira bugün kızımla Kanada'daki 365. günümüz. TORONTO TORONTO PEARSON HAVAALANI ARALIK 2016 Yola tam 1 sene önce bugün, o zaman 6 yaşında olan kızım ve ben, planlarımız, umutlarımız, kaygılarımız ve azıcık gözyaşımız ama çokça amazon dişisi endamındaki cesaretimizle yola çıktık. Kızım adına konuşmam gerekirse, o üstüne düşenin çok daha fazlasını yaptı bu bir sene içerisinde. "Ya Türkiye'ye dönelim diye tutturursa, ya temel düzeydeki İngilizcesiyle arkadaş edinmekte zorlanırsa, soğuk havalarda ne yaparız ki, okulunda sene kaybı olur mu ki" derken; aradan geçen kısacık 1 seneye baktığımda, daha önce Türkiye'de hiç deneyimlemediği halde buz paten...

KANADA'DA DOKTORLAR & TÜRKİYE'DE DOKTORLAR


"Besinler ilacınız, ilacınız besinleriniz olsun" 
                                                           Hipokrat


En baştan belirteyim bu paylaşımın amacı doktor kıyaslaması yapmak değil. Ülkeleri karşılaştırmak hiç değil. Hele hele "oradakiler kötü şuradakiler daha iyi" demek asla ve kat'a değil. 
Kanada'daki doktorlar, Türkiye'deki doktorlarla (ve elbette diğer meslek grubundakiler de) eşit şartlarda dövüşmüyorlar onu hepimiz biliyoruz. Profesyonel bir sağlık çalışanı da değilim. Yani sektörden değilim. O nedenle kıyaslama yapmak ne haddim ne de bilgim dahilinde olamaz. Her ne kadar psikiyatristler, jinekologlar, nörologlar ve daha bir çok ihtisas alanından doktorlar yoga disiplinini deneyimlemesi için hastalarını yoga eğitmenlerine yönlendirmiş olsa da sağlık sektörüne şimdiye kadar adını nadiren de olsa sadece "hasta" olarak yazdırmış biri olan ben, yaklaşık 1 senedir bulunduğum Toronto'da, doktorlarla ilgili yaşadığım deneyimleri Türkiye'dekilerle karşılaştırarak paylaşmak istiyorum.

Kanada'ya gelirken "evde hazırladığım karışımları orada da yapabilecek miyimsorusu kafamı kurcalıyordu. "Bodrum'daki bahçesinden limon koparıp yine bahçedeki semizotuyla salata yapan Ahu'nun, eczane kapılarını aşındıran antibiyotikçi büyükşehir insanına dönüşmesi" nin hikayesini yazmak istemiyordum açıkçası. İstanbul'dan Bodrum'a taşındığımdan beri kozmetiklerimi evde yapıyordum. 

Zeytinyağı, salatalık suyu, esansiyel yağlar vs. benim vazgeçilmezlerim. 20 yılı aşkın bir süredir de et yemiyorum. Doğal beslenmek ve doğal ilaçlar hep özel ilgi alanımda oldu ve taze zencefilin kokusuna aşığım.
Hal böyle olunca ben veya yakınlarım hafif rahatsızlıklar geçirdiğimizde modern tıbbı reddetmemek şartıyla önceliği hep evde hazırladığım karışımlara verdim.

Kızım ateşlendiğinde -ki eskiden çok sık ateşlenirdi-  39 dereceyi görmeden asla ateş düşürücü şurup vermedim. Ilık duş, bol su içmek ve odayı 22 derecede tutmak çoğu zaman işe yaradı. Ki kızımın Bodrum'daki çocuk doktoru da (kulakları çınlasın onu çok özlüyoruz) önce ilaç yerine hep bu yöntemleri önerirdi.

Günde 4 seans yoga derslerimin olduğu günlerde bir omuz sakatlığı geçirmiştim. Egzersiz yapamaz hale gelmiştim. Bodrum'un en büyük özel hastanesinde, hatırı sayılır bir vizite ücreti ödeyip "spor sakatlanmaları" konusunda ihtisası olan bir hekime gittim. "İş kaybı yaşıyorum, derslerime giriyorum ancak öğrencilerime eşlik edemiyorum" dedim. 
Konuşarak "kaldır kolunu, esnet bacağı" şeklinde seanslar bana göre değil. 
Seansın başından sonuna kadar anlatırken yapmak gibi bir huyum var. Uzatmayalım, doktor bey bana bir merhem verdi. "10 gün kullan bunu" dedi. Kullandım. Hiç işe yaramadı, sancılarım devam ediyordu. Kontrole gittiğimde durumu belirttim ve dedim ki "neden MR çekmiyoruz? Uygun mu görmediniz? "  
Cevap; "En baştan MR diyecektim ama tepki veriyor hastalar MR deyince sancılar devam ediyorsa çekelim o zaman" dedi. 
E teşekkür ederim. Nasıl bir güvensizlik oluştuysa doktorla hastalar arasında arasında artık. Tepki verilecek diye uyduruktan merhem yazılıyor, sancılar geçmiyor ve bu benim 10 günüme maloluyor. Neyse MR çekildi, bu hekim sonucumu okumadan 10 günlük bir seminer için şehir dışına çıktı ve ben aynı hastanenin daha deneyimli bir hekimine gittim ve bana "10 gün egzersiz hiç yapma" dedi. 
İlacım buymuş. (Kulakları çınlasın o doktorun. Teşekkür ederim)
"E merhem? Meslektaşınızın verdiği?"
"Bırak onu" dedi. 
Geçti.. 10 gün içinde sadece dinlenerek iyileştim. 
Ve spor sakatlanmaları ihtisası yapan hekim! Seni hiç özlemedim bilesin.

Neyse bu karışım yapma işlerine Kanada'da da devam etmek istedim. Yanımda bir miktar karanfil, çubuk tarçın, papatya vs. getirmiştim zaten. Yerleştiğimiz lokasyonda bir de Hintli aktar buldum. Her ne kadar tazeliklerinden şüphe etsem de benim için tadından yenmez bir fırsat oldu. İlerleyen zamanlarda güvenilir organik markaları satan dükkanları da keşfedince soğuk havaya bağlı öksürük, mide bulantısı, nezle gibi hafif hastalıklarda bitkiler hep işe yaradı. Ta ki uzun süreli mide bulantılı, ateşli ve tıkanık sinüslü bir süreç yaşayıncaya kadar. 

                             


                                         SEN MİSİN HAVAYA KAFA TUTAN

Anne-kız Toronto'ya Aralık ayının sonunda ayak bastık. Hava sıcaklığı eksi 2 ile 0 arası seyrediyordu. "E bu muydu Kanada soğuk" dedikleri. Evet kar diz boyu idi ama sabah evden çıkarken ona göre giyinip çıkıyorduk. İlk 15 gün böyle sorunsuz geçti. Bodrum'dan gelmiş olabilirdik ama alışmıştık bile :)) 



(Bu arada kimse beni, Kanada'da hava sıcaklığının aynı gün içerisinde 10-12 derece birden düşeceği konusunda uyarmamıştı.)
Yine bir gün kar pantolonsuz eldivensiz çıktık çünkü hava 1 derece civarındaydı. Montlarımız kalındı yeterdi nasıl olsa.
2 saat sonra dönerken hava sıcaklığı eksi 12 ye çevirdiğinden olsa gerek biraz üşümüştük. 
Peki... 
Bayağı üşümüştük. Sonrası hastalık.. Ateş, titreme, mide bulantısı, tıkalı burun vs. İlk günler;


- Zencefil çayı içip kuruyemiş yiyerek ve hafif beslenerek mide bulantısını alt ettim.
- Ilık duş, ıslak bez kompresi ve adaçayı (terlemeye yardımcı) ve odayı serin tutarak ateşi de düşürdüm.
- Buhar uygulaması ve tuzlu ile de sinusler nispeten rahatladı.
- Taze zencefilli mercimek çorbası da menümün vazgeçilmezi oldu. 

Fakat bir türlü tam olarak ayaklanamadım. 2 gün iyiysem 3. gün yeniden aynı belirtiler ve her şey baştan. 15 gün böyle düşe kalka geçti ve inadımı kırıp doktora gittim. Süreci anlattım, geçmeyen ateşten, halsizliğimden ve de evde denediğim yöntemlerden bahsettim. 

" Yapılacak her şeyi yapmışsın" dedi bana. 
" Ama iyileşemedim" dedim. Bekliyorum ki ilaç yazsın.
"Dinleneceksin, ilaç yazmıyorum, salgın var bu ara, bol su, dinlenme. Senin ilacın bunlar" dedi. "Ve bitki çaylarına devam."
"E sinüsler antibiyotik filan???
"NO"


Türkiye'de bu tür durumlarda hiç bir zaman boş reçete ile muayenehaneden çıkmamış olduğumu anımsadım. 

Nitekim doktordan 3 gün sonra iyileştim. İlaç yazmış olsaydı ona bağlayacaktım. 

Bu olaydan yaklaşık 2 ay sonra bu sefer kızım için tıkalı burun ve sabaha kadar uyutmayan orta kulak ağrısı şikayetiyle gittik doktora. Ama gitmeden önce 2 gün bekledim ve bu süre içinde burnunu tuzlu su ile sık sık yıkadım ve tıkalı kalmasına izin vermedim. Ağrı yoklamaya devam edince 3. gün gittik doktora ve (bu başka bir doktor) yine aynı cevabı aldım. Oysa ki bu sefer antibiyotik yazacağından eminim.
 "Yapılacak her şeyi yapmışsınız çok zorlarsa X şurubunu verin ağrıyı keser. Antibiyotiklik bir durum yok" dedi ve birden gözümün önüne 3 yıl önce aynı şikayetle gittiğimiz Bodrum'da özel bir hastanede görev yapan Kulak Burun Boğaz Uzmanı'nın "bu tür ağrılar genelde kronikleşir, çözümü operasyondur kulağa tüp takıyoruz" demesi geldi. Sonradan öğrenmiştik ki tüp hiç bir zaman kesin çözüm değilmiş sorun tekrar edebilirmiş. O zamanlar 4 yaşında olan kızımı operasyona sokmak istemeyip başka doktorlara yönelmiştik. 

Bu arada bu tespit ve sonuç hastaya göre değişkenlik gösterebilir. Gerçekten tüp takılması gereken vakalar vardır ve sağlıklı sonuçlar alınıyordur o ayrı. Bizimkisi burun tıkanıklığının yol açtığı basit bir kulak ağrısıydı. Sonra kendiliğinden geçti zaten.

Ve öksürük. Kızım yaz boyunca  kampa gitti. Suda fazla kalmış olmalı (evet yüzüyoruz. :) bu memleketin kışı fena ama yazı da yaz gibi. 30 derecenin üstünü defalarca gördük) gece nefesi kesilinceye kadar öksürüyordu. 

- 1 bardak suya 1 çay kaşığı gerçek bal (içine şeker basılan taklit ballar değil) ve
organik elma sirkesi ekleyip içirdim. Arada karabiberle de menüyü zenginleştirdim. Gerçekten çok etkili. Tadı da fena değil. Rahat uyumasını sağladı. 
Ertesi gün öksürük tekrar edince eczaneye gittim. 
Şurup alacağım ya!. 
Sözkonusu çocuk olunca evdeki ilaçlar konusunda daha sabırsız olabiliyor insan. 
Eczacı, öksürük tipini, süresini detaylı olarak tarif etmeme rağmen sayısını hatırlamadığım sorular sordu. Sonuç, "bala devam 2 gün daha bekleyin olmazsa doktora gidin". Oysa ki ben reçetesiz satılan basit öksürük şuruplarından alacaktım. Ama satmadı bana şurup. Öksürük 2 gün daha sürdü ve doktora gittik. 
Bu seferki doktor Türk. 
Anlattım bal, sirke, şu kadar gündür vs.
Cevap aynı. "Süper! Yapılacak her şeyi yapmışsınız bala devam".

 "E öksürüyor geceleri ilaç filan?"

"NO"


Kıssadan hisse: 
Burada insanlar ve özellikle çocuklar soğuğa ve mikroplara daha dirençliler. Ne sistem, ne de soğuğa rağmen doğayla içiçe olan yaşam tarzları, insanları ilaçlara muhtaç bırakmıyor.

Kendime not: Buz gibi havada bile üstünde penyeyle koşturan bebeler var kıskanıyorum.  Bu arada, kışın buz pateni pistinde çocukları kayarken koltuklarda bekleyen annelerin arasında "terlerse değiştiririm" diyerek "sırt havlusu" ve "yedek tshirt" taşıyan tek anne benim. :)


İşini hakkını vererek yapan her hekime saygıyla...













Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar