 |
| BİTLER İÇİN NE DE GÜZEL BİR LOKASYON DEĞİL Mİ? |
Çocuklar okul çağına geldiklerinde en az bir kere de olsa bitle tanışırlar. Hoş, benim kızım bu mevzu :) ile ilk tanıştığında anaokuluna bile gitmiyordu, sadece iki yaşındaydı ve Bodrum'un kavurucu sıcaklarının hüküm sürdüğü Ağustos ayında yüksek muhtemel şezlonglardan almıştı bu arkadaşları! başına. İşin içinden hiç çıkamayacağımı düşünüp karalar bağlamıştım. Bit şampuanı ile yıkayacakmışım. Efendim bitleri ve yumurtalarını önce tarakla sonra da el yordamıyla tek tek ayıklayacakmışız. Değil tarak parmaklarım zor giriyor benimkinin saçlarına!
Ne mümkün!
Namümkün!
Sebebini o tarihlere en yakın bulduğum şu fotoğraf açıklıyor sanırım.
İşin içinden çıkmasına çıktım ama açıkçası problemi, o zamanki kimyasallarla değil de şimdi bildiğim ve daha etkili olduğuna emin olduğum (tarafımdan iki defa denendi yani iki defa daha bitlendi :)) organik yöntemleri kullanmadığım için vicdan azabı da çekmiyor değilim.
Bu yöntemleri paylaşmadan önce kısa bir hatırlatma yapmak
istiyorum. 1940 yılından itibaren mutfaklarımıza artık sentetik haliyle girmeye
başlayan Pestisitlerle ilgili... Pestisit yani sebze ve meyveleri, soframıza
gelmeden önce yabani otlar ve böceklerden koruyan kimyasallar zinciri... Daha
Türkçesi "böcek ilacı"... 1970 yılından itibaren, bitkilere dadanan
haşerelerin bu kimyasallara direnç göstermeye başladığı tespit edilince o
dönemden bugüne kadar uygulama dozajları düzenli olarak arttırılmış.
Türkiye'de, sadece Antalya'da kullanılan pestisit miktarı, Hollanda'da
kullanılanın iki katıymış. Sayısı yüzü aşan bir çok araştırma gösteriyor ki
pestisit ile beyin kanseri, lösemi, prostat ve meme kanseri arasında ciddi
korelasyonlar var.

Eskiden
tek tük aile büyüklerimizi yani bizden bir ya da iki jenerasyon öncesine ait
yakınlarımızı bu hastalıkla anarken artık yaşıtlarımızı ve hatta küçücük
çocukları bile bu "lanet" le aynı cümlede kullanıyoruz.
Amacım, istatistik bilgileri sıralamaktan
çok, doğal
yollarla pestisitten maksimum korunma yöntemlerini hatırlatmak. Ancak son olarak şu bilgiyi
de eklemek istiyorum. Pestisitlerin maksimum % 6 sı (ve aslında
çoğu zaman çok daha azı) hedef alınan canlı üzerine ulaşmakta, kalan %94 lük
kısmı da toprağa ve içme suyu kaynaklarımıza karışıyormuş. Hatta hiç pestisit
kullanılmayan kutuplarda penguen ve ayı balıklarında bile böcek ilacı tespit
edilmesi, durumun vahametini yeterince anlatıyor.
Hal böyleyken evde yapabileceklerimizi yapmakla yükümlüyüz. Bu kimyasallar
yiyeceklerimize, sularımıza, ete, sebzeye bu kadar karışmışken bir de bebelerin
kafasına püskürtmesek iyi olmaz mı?
* Marketlerde ya da aktarlarda kolayca bulabileceğiniz (bulabiliyorsanız organik) hindistan cevizi yağını (coconut oil) akşamdan saçlara iyice yedirin.
Streç film ya da duş bonesiyle başın tamamını kaplayın ve mümkünse sabaha kadar bekletin. Hindistan cevizi yağı,
canlı biti sersemletip bit tarağıyla kolayca saçtan ayrışmasını sağlar.
*1 ölçü elma sirkesini 4 ölçü suyla karıştırıp
saça uyguladığımızda da sirkenin (bit yumurtasının) saça yapışmasını büyük
oranda engellemiş oluruz. Sonraki aşama bit tarağı ve sizin keskin gözlerinize
teslim.
Finali "Tea Tree"
yani "Çay Ağacı" şampuanıyla yaparsak bütün bu uygulamaların etkisine
tavan yaptırmış oluyoruz.
Biliyorum fotoğrafa 3 saniye bakınca kaşınmaya başlıyorsunuz ama tanımakta fayda var.
Bu yöntemlere hiç ihtiyacınız olmaması dileğiyle...
Yorumlar
Yorum Gönder